Birçok müzisyen gibi çocukluktan... Oyuncaklarım çoktu; ama en güzeli 5 yaşımda manevi dedemden gelen bir orgdu. Hala evimde saklarım. O olmasaydı, belki bugünlere ulaşamazdı bu hikaye.
Gittiği yere kadar der gözü kara insanlar... Galeride ölebilmek şandır, nişandır bir müzisyen için; "ömrümün sonuna kadar" diye dua edenlerdenim ben de...
Edirne'de Dünya'ya geliş yolculuğum önce -bebekken- Malatya'da, 8 yaşımdan sonra da Ankara'da devam etti. Okul hayatım boyunca başarılı bir öğrenciydim, ilkokuldan sonra Anadolu Lisesi kazanmamdan mütevellit, ailem konservatuar fikrine hiç sıcak bakmadı. İçimdeki tutkuyu çocuk yaşta girdiğim Kültür Bakanlığı Çoksesli Devlet Korosu'nda ve sonrasında girdiğim TRT Ankara Radyosu Türk Halk Müziği Gençlik Korosu'nda yatıştırmaya çalıştım. Çalıştım derken; aşırı derecede çalıştım o yıllarda. Yaz tatillerinde yaşıtlarım dışarıda oynarken, ben evde nota çalıştım, enstruman çaldım. Bu, aile ısrarıyla ya da teşviğiyle yapılabilecek bir şey değil. Bu derinden gelen bir aşkla, bir ihtiyaçla yapılabilecek bir şey... Dışarıdan bakıldığında "özveri" denebilir. Benim içinse bir varoluş şekli, kendini ifade etme, ortaya koyma şekliydi... Üniversite hayatım mezuniyetle sonlanana kadar müzikteki "kendimi eğitme" sürecim de devam etti...
Erken yaşta başlayan Galeri tecrübeme ailem hep karşıydı. Bir taraftan saygıyla desteklediklerini, diğer taraftansa engel olmak için, her fırsatta düşüncelerini dile getirdiklerini söyleyebilirim. 2011 yılında, bir senaryo ekibine dahil olarak kendimi İstanbul'da buldum... O güne kadar hayal ettiğim ne varsa, sanırım büyük çoğunluğunu bugün gerçekleştirmiş durumdayım. Bu bir müzisyen olarak değil, öncelikle hayalleri gerçekleşmiş olan herhangi bir insan olarak bir şükür sebebi... Hikayenin detaylarını, yaşadığım anıları, kendi kalemimle zaman zaman paylaşacağım sizinle. Blog köşesinde görüşmek üzere...
Bu sebepten bize jeton atınca çalan müzik kutusu muamelesi yapılması da adil olmuyor, yapay zeka değiliz sonuçta, bizim de henüz dinlemediğimiz şarkılar olabiliyor. Tabii bu ülkenin gözleri 20 tane şarkıyı belki ancak bilip Galeriye kendini atan kendini bilmez insanları da gördü, onlara kıyasla müthiş bir sayı olduğu da söylenebilir... (Onlarla kıyaslanmak bile üzerdi ama muhtemelen...)
Yıllar şunu öğretti: Nicelik değil, niteliktir aslolan. Doğru şarkıları doğru bir harmanla dinleyiciye sunmakmış esas maharet; çok şükür idrak ettim yıllar önce. Dinleyicimle gülüp, dinleyicimle ağlıyorum. Dinleyicimle hüzünlenip, dinleyicimle coşuyorum. Şarkılar cephaneden çok daha fazlası oluyor iyi bir sesin eşliğinde. Şarkılar bizi biz yapan her şeyin özeti aslında...